Sadece dört yıl kalacaktım bu şehirde. Okul bitinceye kadar. Oysa on beş yıl geride kalmış, tam on beş uzun yıl.
Çocukluğumu geçirdiğim şehirden, Kudüs’ten nasıl kopamadıysam İstanbul’dan öyle kopamadım. İstanbul-Kudüs arasında mekik dokudum uzun seneler. Biri doğduğum öbürü douduğum şehirdi. Gel zaman git zaman, İstanbul’dayken Kudüs’ü Kudüs’teykende İstanbul’ı özler oldum. Ne yalan söyleyeyim pek çok insan gibi İstanbul’da yaşamaktan sonsuz bir hal aldım.
Birbirine öyle çok benziyor ki Kudüs ve İstanbul. Aynı ananın iki evladı gibiler. Geçmişleri ne kadar kadimse, gelecekleride bir okadar parlak. Aralarındaki benzerlik;sokaklarına, taşlarına, insanlarına, atmosferine hemen her ayrıntısına siyaret etmiş bu iki şehrin. Ama İstanbul… Yaşananların izlerin, attığınız her adımda başka hangi şehirde böyle güçlü hissedebilirsiniz ki? Ve hangi şehre böyle sımsıkı bağlanabilirsiniz?
Doğunun gizemli şehri Kudüs ve yüzünü hem Doğuya hem Batıya dönmüş İstanbul. Sokakları, mimarisi, yaşayan halkı, ibadedhaneleri hep birbirine benziyor. Ha eski Kudüs’ün güneş girmeyen daracık sokaklarında yürümüşsünüz, ha Kapalıçarşı’da, Mısır Çarşısı’nda. Manzara farklı bile olsa Çamlıca’dan İstanbul’u seyretmekle, Zeytin Dağı’nda Kudüs’e bakmak aynı coşkuyu verir insana. Kudüs’te yasemin ağaçları arasında içilen bol şekerli ve naneli çayın kokusu, Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nde elma kokulu nargilenin dumanına karışır.
Eminönü’ndeki çıngıraklı şıracılar, Kudüs’te Harrup dağıtır. Piyerloti bir aşkı hatırlatır bize, İstanbul aşkını. Öyle kadirşinas bir sevgilidir ki İstanbul, kendisini sevenin ismini verir bir tepesine. Şehirlerinin manevi havasını teneffüs etmek isteyen inananlar, İstanbul’da Süleymaniye’ye koşarlar, Kudüs’te Mescid-i Aksa’ya. Sanki bir bayram havası ya da bir iftar vaktidir bu vakitler. Bu manevi iklim sarar insanı; gelen birdaha dönmek istemez.
Tarih boyunca öyle çok sevilmiş, öyle el üstünde tutulmuştur ki bu iki şehir, onları istiladan korumak için surlar inşa edilmesi boşuna değil. Takdiriilahi; o büyük, heybetli surlar Kudüs’ü Selahaddin’den nasıl saklamadıysa, İstanbul’da Fatih Sultan Mehmet’ten saklayamamıştır. Kudüs huzuru Selahattin’le, İstanbul Fetih’le bulmuştur.
Üç dinin kutsal saydığı Kudüs ve Peygamberin hadisine, övgüsüne mazhar olan İstanbul. Bugün bu iki şehir güçlü duruşlarını, içinde barındırdıklarını manevi hazinelere borçlular belkide.
Doğunun ağırbaşlı, hüzünlü, çileli çocuğu Kudüs bugün hüzünlü duruşuna rağmen vakarından birşey kaybetmemiştir.Öte yandan İstanbul’u Kudüs’ten Farklılaştıran yönü modern batıya dönük yüzüdür. Dünyanın en büyük metropollerinden biri olan İstanbul, tezatları kendi bünyesinde çatıştırmadan birleştirmeyi iyi iblmiş, eskiyle yeniyi, doğuyla batıyı harmanlamış, üstüne üstlük geçmişin görkemli mirasını günümüze taşımayı da başarmıştır.
Henüz Kudüs’ü görmeyipte birgün yolu oraya düşenler, iki şehir arasındaki inanılmaz bağı hissetmekte zorlanmayacaktır. Hayır, sizin için yabancı bir memleket değildir orası.İnsan kendi kardeşinin evinde “misafir” olabilir mi hiç? Kudüs’şe İstanbul kardeş değil mi? konuşulan lisan farklı olsa bile günümüzün dili ortak değil mi?
Hala şiirler onlara; şarkılar, marşlar onlara adanıyor ve resimlerde hala onlar var. Dünya döndükçe İstanbul ve Kudüs hep arzulanacak.
Bu istek değilmi Hicaz Demiryolu’nu İstanbul’dan başlatan, Kudüs’e bağlayan, oradan dakutsal toprklara ulaştıran… Yorgun, mahzun beldelere İstanbul’dan abıhayat ulaştırmayı amaçlayan. Geçmişte kalanbu yolculuğun özlemi “İstanbul özlemi” hala devam etmekte gönüllerde…
Geçmiş, an, gelecek… İstanbul hep İstanbul… Her zaman güçlü, dimdik ve örnek…
Kudüs; kadim, vakur, çileli, ismi anıldığında gözler yaşartan…
Bir gün İstanbul’dan trene binip, Kudüs’e gitmek istiyorum. Aradaki mesafelere inat, hayat suyunu götürmek istiyorum.
Haydarpaşa’dan kalkan tren, gün olur belki yine Kudüs’e gider…
Bashar Fehmi
Assiciated Pres TV News / Middle East Service