
İstanbul’a ilk tanışıklığım çocukluk dönemlerime dayanır. Küçücük yaşıma rağmen daha o günlerde bile bu gizemli şehrin doğup büyüdüğüm kentten tamamen farklı bir havası olduğunu hissetmiştim.
Dar sokaklarıyla, eski ahşap evleriyle, sokağın ucundaki tarihi Türk hamamıyla, ezan sesleriyle ve çörekotlu taze ekmek kokan atmosferiyle akrabalarımızın yanında kaldığımız eski Laleli semtini çok iyi hatırlıyorum. Küçücük, fakat bir çocuğun gözünü büyüleyecek kadar çeşitte oyuncak, küpe, yüzük, balon, çikolata ve ciklet satan mahalle bakkalıyla; kürek çekmeyi öğrenmek icin kiralayıp da denize açıldığımız boyalı tekneleriyle İstanbul, hafızamda silinmeyen bir hatıra olarak yaşamaya hep devam etmişti… Bütün bunlardan olsa gerek. Çocukluğumda ağzımda dağılıp eriyen o poğaçaların damağımda kalan lezzetini bugünün İstanbul‘unda bile arar ve bir türlü bulamadığım için üzülürüm. Her yıl, çocukluğumda yaz tatillerini geçirmek için yüzlerce kilometreyi aşıpda geldiğim o sokaklara, âdeta eski günlerin hayalini kurmak için dalar, hatıralarımı unutmaktan korkarcasına tekrar tekrar -tıpkı bir film şeridi gibi- hafızamda canlandırırım.
“İstanbul; Çözülemeyen Bir Bilmece” yazısını okumaya devam et →