İstanbul‘a ilk gelişim 1993 yılında öğrenim görmek amacıyla olmuştu. Ve İstanbul‘a gelir gelmez bu şehirle ilgili edindiğim ilk intiba beni hayrete düşürmeye yetip artmıştı bile. Öyle sanıyorum ki benim yerimde kim olsaydı aynı şekilde hayrete düşer hatta tıpkı benim yaptığım gibi şaşırmakla kalmaz gülümsemekten de kendini alıkoyamazdı. Peki, neydi beni şaşırtırken güldüren bu manzara?
İstanbul caddelerinde ilk adımımı attığımda, binlerce insanın oradan oraya koşuşturduğunu, İstanbulluların aceleyle bir yerlerden gelip yine aynı telaşla bilmediğim başka yerlere gitmek için şaşırtıcı bir çabuklukla hareket ettiğini görmekti beni şaşırtan. Bu manzara aynı zamanda beni müthiş eğlendirmişti. Her şeyden önce bu kadar insanın bir arada yaşıyor olduğunu görmek benim için hayret vericiydi. İkinci olarak insanların neden bu kadar acele etmek zorunda olduğunu anlayamamıştım. Ben altı yaşındayken ailemler birlikte yerleştiğimiz Dubai’de asla böyle bir yoğunluğa ve koşuşturmaya şahit olamazsınız. Orada insanlar genellikle arabalarında ve daha düzenli bir biçimde seyahat ederler. Yani Dubai’de bu kadar insanı caddelerde bir arada görmeniz kesinlikle mümkün değildir.
Aradan geçen yıllardan sonra şunu fark ettim ki, bir yabancı için ilk anda tam bir kaos olarak kabul edilebilecek bu karmaşasına rağmen İstanbul, aynı zamanda müthiş bir canlılık ve hayat izi taşımaktadır.
İtiraf etmeliyim; İstanbul hakkında başlangıçta zihnimde uyanan olumsuz düşüncelerindeğişmesinde, Boğaziçi’nin o ilahi ve ilham verici manzarasının etkisi büyük olmuştur. Boğaziçi’nin kendine özgü güzelliği, Ulus Parkı ve Çamlıca Tepesi’nden görülebilen o müthiş manzara ve atmosfer bu teneffüsleri yaşamaya ne zaman fırsat bulsam hayatımın en güzel anlarını yaşadığımı hissetmemi sağlar.
Şüphesiz İstanbul’dan söz açıldığında, onun hakkında dile getirilebilecek yegane güzellik Boğaziçi ile sınırlı olamaz. Tarihi mimari eserlerin görkemli duruşu, geçmişle geleceğin bir şekilde ve birbirini incitmeden varlıklarını sürdürebileceklerini kanıtlayan muhitleri, üzerinde yükseldiği coğrafyanın kültürel dinamikleri ve dışardan bakanlar için ifade ettiği sembolik anlamlar ve elbettekigelecek potansiyeli… Bütün bu nitelikleri ve daha fazlası İstanbul’u karşı konulmaz bir cazibeyle İstanbullular ve insanlık için değerli kılıyor.
Herhalde baştaki yorumumdan da anlaşılmıştır. Bana kalırsa, İstanbul’un ayrıcalıklarının yanında en büyük dezavantajı nüfus yoğunluğunun doğurduğu sorunlarla ilgili. Ne yazık ki İstanbul’da bir yerden bir yere ulaşmak çoğu zaman can sıkıcı saatler geçirmenize sebep olabiliyor. Trafikteki araç sayısının fazla olması, bazen iş icabı bulunmanız gereken yerlere bile zamanında ulaşmanıza engel oluyor. Hatta bir çok durumda ancak iş işten geçtikten sonra ulaşma imkanı elde edebiliyorsunuz. Dahası bu büyük sorun sadece zaman israfı yaratmakla kalmıyor, İstanbulluların psikolojisinide olumsuz yönde etkileyebiliyor. İnsanların trafik keşmekeşinden bunaldıkları için bazen birbirlerine karşı olumsuz davranışlar sergilediklerini görmek gerçekten çok üzücü…
Şüphesiz görmek isteyen gözler için İstanbul’un mevcut sorunları sebebiyle gölgede kalmış değildir. Konu belki de İstanbullu olduğunu gerçekten hissedebilmek için şehre vakit ayırmakla ilgili. Gerçek şu ki tempolu çalışan bizim gibi insanlar için vakit problemi olumsuz etkisini, bizleri İstanbul’un güzelliklerinden mahrum bırakarak gösteriyor.
Belki de sırf bu yüzden, ben en çok İstanbul’un pazar sabahlarına aşığım.
Amer Lafi
Al Jazeera Channel / Katar