
2005 in ilk günlerinde, Fatih Akın’in yeni filmi ‘Crossing the Bridge, The Sound of İstanbul’un’ (Köprüyü Geçerken – istanbul’un Sesleri) Almanya’da gösterime girmek üzereyken, çalıştığım şirket Asya ve Avrupa arasındaki yaşamı gözlemlemem için beni İstanbul‘a göndermişti. Birçok gazete ve dergi İstanbul’u dünyanın ziyaret edilmesi gereken en önemli kentlerinden biri olarak göstermesine karşın, dostlarım ve ailemin, bizim üç yıl süreyle Türkiye’de yaşama kararımıza gösterdikleri tepki, başlarını sallayıp güzel temennilerde bulunmaktan ibaretti. Yine de eşime sürekli olarak, zorlu bir yaşamın olduğu, halkı Müslüman bir ülkede yaşamayı düşünüp düşünmediği soruluyordu. Ve başörtüsüyle ilgili bitmek tükenmek bilmez alaycı sorular bir zaman sonra artık bizi kizdrmaya başlamıştı. Fakat Almanya’dakiler muhtemelen Türkiye’nin birçok farklılığı bünyesinde barındırdığı gerçeğinin farkında değillerdi.
İstanbul‘a yerleştikten sonra ilk birkaç hafta sadece işlerimizi yoluna koymakla geçti. Ardından ev aramaya koyulduk ve önce Taksşm, Beyoğlu ve Cihangir’i sonra dagörülmesi çok tavsiye edilen Ortaköy, Bebek, Etiler ve İstinye civarındaki yerleri gidip gezdik. Bize eşlik eden iyi niyetli ve sabırlı emlakçımız sayesinde, ev beğenmek için çıktığımız tur heyecan verici bir geziye dönüştü. Bu arada tabii çeşitli durumlardaki düzinelerce ev ve apartman dairesini gördük. Bunlardan bazıları, çok zengin sahipleri ilgilenmediği için inanılmaz derecede harap haldeydi ve neredeyse yıkılmak üzereydi. Ve bir gün, Haziran ayında, güneşli bir pazar sabahında, emlakçımız bizi Boğaz Köprüsü’nden geçirdi. İşte o gün İstanbul’un Asya yakasında yer alan Beylerbeyi’ne vurulduk.
Bizi etkileyen, Beylerbeyi‘nin çekici manzarasımıydı yoksa Boğaziçi’nin bu tarafının bize daha ilginç gözükmesi miydi bilmiyorum. Gerçi bunun ne önemi vardı ki! iş arkadaşlarımın yüzlerindeki şaşırmış ifadeyi net bir şekilde hatırlayabiliyorum. Bize, birinci ve ikinci köprünün her ikisindeki trafik yoğunluğunda zamanımızın çoğunu harcayacağımızı ve İstanbul’un Avrupa yakasındaki ilgi çekici imkanlardan mahrum kalacağımızı söylediler. Oysa ne kadar da yanılıyorlardı! Üsküdar in beş kilometre kuzeyinde yer alan Beylerbeyi, Sultan Abdülaziz’in yaz aylarını geçirmesi için 1865 de inşa edilen otuz odalı, aynı ismi taşıyan saraydan Çengelköy’e kadar Boğaziçi kıyısında uzanan bir semttir. Bu, şehir merkezinin dışında kalan sessiz semtte üç küçük market, eczane, birkaç pastane, bir fırın, bir evcil hayvan dükkânı ve bir bilgisayarcının yanı sıra sayısız bakkal ve kasap bulunuyor. Burada öyle çok büyük alışveriş mağazalar bulunmasa da temel ihtiyaçlarınıza yürüme mesafesinde çok rahat ulaşabilirsiniz. Beylerbeyi’nde tanınmış birkaç restoran dışında geceleri eğlenebileceğiniz çok fazla yer de yoktur. Olan mekânların çoğu da Avrupa yakasına vapurların kalktığı ve mükemmel bir manzarası olan iskele boyunca sıralanmıştır. Bu arada, Beylerbeyi, Üsküdar ve Çengelköy’ün diğer yakadaki önemli noktalara olan kolay bağlantıları sayesinde ise ya da şehir merkezine gitmemiz 35 dakikayı geçmiyor. Bu süre trafikte fazla vakit kaybedeceğimizi söyleyen arkadaşlarımızın tahminlerine nazaran çok az. Mecbur kaldığımız durumlarda kendi arabamızı kullanıp, diğer vakitlerdeyse mesela geceleyin taksiye binip İstanbul’un güzel manzarasının zevkini cikarıyoruz.
İpe dizilmiş incilere benzeyen köyleriyle Boğaziçi’nin Asya yakası, Beykoz’dan Bostancıya ve daha da ötelere uzanmaktadır. Topkapı Sarayı ve Süleymaniye’nin üzerindeki etkileyici ufuk çizgisi Cihangir’e kadar uzanan fantastik manzara için mutlaka ama mutlaka Üsküdar’a gelmelisiniz. Sadece birkaç kilometre güneye doğru ilerlediğinizde cıvıl cıvıl Moda ve stilistik butik ve cadde kafeteryalarıyla Bağdat Caddesi’nin bulunduğu Kadiköy ile karşılaşırsınız. İstanbul’un Asya yakasının, popülerlik yönünden Avrupa yakasına göre arka planda kalıyor diye düşünülmesinin cezasını çekmesi çok yazık.
Belki de bütün bbu güzellikler görenin gözlerindendir. Ya da biz, yurtdışından geldiğimiz için önyargılı değilizdir.
Ama şimdi korkmaya başladık. Çünkü Asya yakasının bu nispeten tenha günleri sayılıdır. 2008 yılında, Asya ile Avrupa yakası arasındaki tüp geçit tamamlandığında ve daha fazla insan Asya tarafına adım attığında durumun değişeceğini düşünüyoruz.
Umarız yanılıyoruzdur.
Bert W. Schönborn ZDF TV/Almanya